Читать онлайн книгу «Bağlayan İlişkiler» автора Amy Blankenship

Bağlayan İlişkiler
Amy Blankenship
Saplantı Kitabı #1
Mabet, kendine özel bir dağın tepesinde gizlenmiş, çok geniş ve gözlerden uzak bir tatil yeridir. Angel Hart, her zaman gerçek dünyadan korunan, aileye ait bir tesiste büyümüştür. Angel, anne ve babasının boşanması onu uzaklaştırana kadar, çevresi delicesine sevdiği üç adam tarafından sarılmış şekilde korunaklı ve ayrıcalıklı bir hayat sürmüştür. İki yıl sonra eve ziyaret için döndüğünde, erkek arkadaşını da yanında getirir. Angel, kendini aniden birkaç kişinin sevgisinin merkezinde bulur ve onların Angel’ı Mabet’ten tekrar göndermeye niyeti yoktur. Gizli takıntılar ölümcül bir oyuna dönüşür, çünkü onu seven adamlar dağın en tehlikeli insanları olmuştur.


Bağlayan İlişkiler
Saplantı Serisi

Amy Blankenship, RK Melton
Translated by Aytaç DANGIR (http://www.traduzionelibri.it/profilo_pubblico.asp?GUID=f8d5364bcb93986580a983884caead58&caller=traduzioni)

Copyright © 2012 Amy Blankenship
Second Edition Published by TekTime
All rights reserved.

Bölüm 1 “Mabet”

Angel Hart, büyüdüğü yere doğru uçarken, helikopterin yüksekliğinden saklanmak isteyerek, pencerenin kalın camından dışarı seyrediyordu. Burayı ölesiye seviyordu ama yerdeyken çok daha fazla seviyordu. Uçmak korkularından biriydi ve bunu on saattir yapıyordu.
Kâküllerini gözlerinin önünden üfleyerek kardeşi Tristian’a bakındı. Eve helikopterle dönmek zorunda olduğunu bildiği halde onları havaalanında karşılamasına neden olacak kadar heyecanlandıran şeyi merak ediyordu.
Tristian'ın uçmaktan nefret ettiğini gerçeğini biliyordu ve oyalanmak için birisine cep telefonundan mesaj attığını görebiliyordu. Neredeyse her gün telefonla konuşmalarına ve mesajlaşmalarına rağmen yaklaşık iki yıldır görüşmemişlerdi ve belki de bu yüzden korkularıyla yüzleşmişti. Bunu neden yaptığını gerçekten umursamamıştı çünkü orada onu görmesi rahatlatıcı bir etki yapmıştı ve buna minnettardı.
Helikopterin gürültüsünden uzaklaşmak için Angel zihninin son iki yılı bırakmasına izin verdi. Anne ve babası boşandığında, babası onu Kaliforniya’ya sürüklerken Tristian annesi ile birlikte burada Mabet’te kalmaya zorlanmıştı. Arabayla gitmek için çok uzaktı ve her ikisi de uçmayı sevmiyordu. Birbirlerini ziyaret etmemiş olmalarının tek sebebi mesafeydi.
Havaalanında öylece beklerken görene kadar Tristian’ı ne kadar özlemiş olduğunu fark etmemişti. Doğrudan geçecekleri kapının karşısındaki duvara yaslanmıştı. Birbirlerini gördükleri anda Tristian onu kollarıyla yakalayana kadar koştu.
Abisi, Tristian, her zaman sabahları ilk konuştuğu ve uykuya dalmadan önce gördüğü son kişi olmuştu. Büyüdükçe, ebeveynlerini uyurgezerlikle ilgili bir sorun yaşadıklarına ikna ettiler çünkü gecenin bir yarısı kalkıp birbirlerinin yataklarında uyuyorlardı.
Anneleri, biraz daha büyüdüklerinde, geceleri odalarının kapılarını kilitleyerek buna bir son vermeye çalışmıştı. Annelerinin onları birbirlerinin kollarında uyurken en son yakaladığında söylediklerini hatırladığında, Angel'ın dudakları inceldi.
“Bu davranışınız çok günah. Abi kardeşten çok sevgili gibi davranıyorsunuz.” Isabel Hart'ın sesi o gece anne sevgisinden nefrete dönüşmüştü.
Tristian aptal kilitlerin arasından bir yol bulmuştu. Duvarın dışındaki dolaptan bir yeri kesmişti, böylece yaşadıkları otelin koşturdukları ince koridorlarına gizlice çıkabiliyordu. Aynısını kız kardeşinin dolabına da yapmıştı, böylece onun odasına her gece gizlice giriyordu ve yakalanmamak için çalar saati kuruyorlardı.
Tristian, ilişkilerinin yanlış ve kirli olduğunu düşünen annelerinin asıl sapık olduğunu söylüyordu. Hatta bazı küçük ülkelerde tüm ailenin birlikte banyo yaptığını ve uyuduğunu, bazılarında ise kardeş evliliklerinin tamamen normal karşılandığını bile söylemişti. Tristian, Angel’ı onları ayrı tutmaya çalıştığı için annelerinin günahkâr olduğuna inandırmıştı.
Angel uzun zaman önce onunla Tristian arasındaki sırrı korumaya karar vermişti. Bu kimseyi ilgilendirmezdi ve Angel ona güveniyordu.
Tristian, onu son gördüğünden beri fazla değişmemişti. Genç ve masum görüntüsünü koruyordu. Fakat aynı zamanda kaçırdığı değişiklikleri de görebiliyordu. Sarı saçları diplere doğru koyulaşmıştı. Platin sarıların parıltısı ve kızıl sarıların matlığı, yanık teni ve yeşil gözlerine çok yakışmıştı.
Alternatif saç kesimi ile Kaliforniya sörfçüsü arkadaşlarına uyum sağlayacağını düşünerek gülümsedi. Yılbaşında ona gönderdiği haç kolyenin yakasından çıkmış olduğunu görebiliyordu.
Asıl değişenin kendi olduğunu hissetti. Mabet’i terk ettiğinde sadece on altı yaşındaydı. Tristian, Hunter ve Ray ile hayatının neredeyse her günü birlikte olduktan sonra, Los Angeles'ta kaybolmuş ve yalnız hissetmişti. Büyükanneleri daima evde okutan özel öğretmen tuttuğu için gerçek bir okula hiç gitmemişti.
Los Angeles'ta liseye gitmek kültür şoku olmuştu. O zamanlar anladı ki, ailesinin bu kadar çok paraya sahip olması normal olarak onu tamamen karanlıkta tutmuştu. Sonra Ashton Fox ile tanıştı. Babasının evinden her ayrıldığında Ashton orada oluyordu veya nereye giderse orada beliriveriyordu. Kaderi gibiydi. Onu hemen gülümsetiyor ve tamamen yeni bir dünya göstermeye başlıyordu.
Angel, alçak bir vadinin üzerinden geçerken, hata yaparak pencereden dışarı baktı ve gökyüzündeymiş gibi hissetti.
Baş döndürücü manzara yerine ona bakmaya karar veren Ashton'ın elini daha sıkı tuttu. Buz mavisi gözleri onun gerginliğine gülümsüyordu ama onun umurunda bile değildi, gerçekten değildi. Angel hafta boyunca onun Mabet’e kadar gelmesini engellemek istemesine karşı Ashton’ın kulak asmamasına neredeyse mutlu olacaktı.
Kulaklarına yerleştirilen küçük mikrofonu kullanarak, “Ash, şimdiye kadar hiç helikoptere binmiş miydin? Çok rahat görünüyorsun.” diye sordu.
“Hayır, ama her dakikasını seviyorum” Ashton sırıttı. “Ailenin biraz garip olduğunu düşünmüyor musun? Bir limuzin bagajımızı getirirken, bizi helikopterle havaalanından alıyorlar. Ve ben ailemin zengin olduğunu düşünürdüm.” Kaşlarını oynatarak onu güldürmeye çalıştı.
Elindeki kan dolaşımını kestiği için sinirlendiğini biliyordu. Angel’ın savunmasızlığı onu daha çok sevmesine neden oluyordu. Sürekli çıktığı Los Angeles sürtüklerine hiç benzemiyordu. Tristian’ın sesi kulaklıktan geldiğinde düşünceleri dağıldı.
“Her zaman böyledir,” Tristian, aynı fikirde olduğunu düşünerek kardeşine baktı.
Hart ailesinin yetişkinlerinin bu aptal oyunu oynadıklarını tüm hayatları boyunca görmüşlerdi. “Hart ailesinin birbirlerini yenmeleri gerekiyordu. “Büyükannemizin bu helikopterin ve Mabet’in sahibi olması, üç çocuğu ve dünya üzerindeki küçük zaferidir” son bölümü biraz alaycı şekilde mırıldanmıştı.
“Bu kadar yeter, Tristian.” Malcolm Hart oğluna hayal kırıklığıyla baktı ve sonra son kız arkadaşı Felicia’ya döndü. Yolcuğun geri kalanında mikrofona sahip olmaya karar verdi böylece oğlunun, misafirlerinin önünde ailelerine zarar verecek şekilde konuşma şansı olmayacaktı.
Birkaç hafta önce çıkmaya başladığı güzel kızıl saçlıya gülümsedi. Onu getirmek ve eski karısı Lily’ye hava atmak için parayla kandırmıştı. Boşanma konusunda ısrarcı olan Lily’ydi ve ona hatasını göstermek istiyordu.
Malcolm, tur rehberi moduna girerek geldiklerini hatırlatmak için pencereyi işaret etti. “Tepenin üzerindeki tesis Mabet. Düğün şapeli ve düğün süitleriyle ünlüdür.” Malcolm, Felicia'ya sinsice sırıttı. Umutlarını taze tutmasını sağlayabilirse Lily’nin önünde rolünü oldukça iyi oynayacağını biliyordu.
“Dağın tepesi hemen hemen düz olduğundan burası spa, büyük gölet ve kapalı-açık yüzme havuzları gibi diğer şeylerin de dahil olduğu, düşünebileceğiniz her şeye sahiptir. Her yöne doğru 30 mil boyunca her şeye sahip olduğumuz ve oyun koruma alanı olarak işaretlediğimizden kimse bir şey inşa edip güzelliğini bozamaz. Dağdan yukarıya uzanan tek bir yol var ve aşağıdaki kapı yoldan geçenleri dışarıda tutuyor.”
“Vay, harika,” Felicia iç çekti.
“Ve dağın yamaçlarında Apaçi Kızılderili koruma bölgesi var,” diye devam etti. “Tesisteki çalışanların çoğu Apaçi.” Malcolm, anne babasının koruma bölgesinden kiraladığı güzel kızların anılarıyla sırıtıyordu. Gençlik yılları, dünyaya değişmeyeceği yıllarıydı.
“Gerçek yerliler mi?” Felicia kirpiklerini kırpıştırdı, koruması için yeni yaşlı sevgilisine eğilerek korktuğunu belli etti. Yaşlı zengin adam ona bu nimetleri sunduğu için turnayı gözünden vurmuştu. Eğer kartları doğru oynarsa bir daha hiçbir şey istemesine gerek kalmayacaktı.
“Nesin sen? Beş yaşında mı?” Tristian mikrofona uzandı ve açtı, midesi bulanıyordu ama helikopter yüzünden değil.
Yaklaşan baş ağrısını hissederek şakaklarını ovdu. Son zamanlarda aptal insanlara olan tüm toleransını kaybetmişti. Cebine uzanarak içindeki küçük alkol şişesini çıkarttı, fakat içinde alkol yoktu. Arkadaşı Hunter'ın yaptığı baş ağrısı için Kızılderili ilacıydı ve genellikle birkaç dakika içinde işe yarardı. Aptal helikopter ve babasının neden olduğu bu baş ağrısını geçirecek kadar kuvvetli olmasını diledi.
Babasının yaptıklarını biliyordu. Felicia muhtemelen yirmili yaşlarındaydı ve bir kız arkadaştan ziyade babasının sürtüğüne benziyordu. Böyle anlarda babasıyla yaşamadığı için seviniyordu.
Tüm bu olanlar onu uyuz ediyordu. Ailesinin geçinememesi Angel’ın suçu değildi, o zaman neden evden ayrılmak zorunda kalmıştı? Hâkimin çocukları anne ve babaya ayrı ayrı verdiğini öğrendiğinde boşanma işi onu çok kızdırmıştı. Angel on altı kendisi on yedi yaşında olduğu için istekleri dışında ayrılmışlardı.
Şimdi bildiklerini o zaman bilmiş olsaydı bunun olmasına asla izin vermezdi. Çünkü buna engel olabilecek kadar akıllı değildi. Angel’ı neredeyse iki yıldır görmemişti ve bu yüzden de onu bugün havaalanında karşılama hatasına düşmüştü. Onu çok fazla özlemişti.
Kız kardeşiyle kendisinin ayrılmasına karar veren aptal yargıcın, Angel’ın zorla götürülmesinden bir kaç gün sonra korkunç bir trafik kazasında öldüğünü hatırladığında dudaklarının kenarları acımasızca gülecek şekilde kıvrıldı. Tristian kız kardeşine bakarken omuzlarını silkti. O zamana kadar, hayatları boyunca Mabet’te yaşamışlardı.
O ve Angel yedi torun arasında büyükannelerinin en sevdikleriydi ve büyükbabaları üç yıl önce merdivenden düşüp boynunu kırdıktan sonra Mabet’te işler daha iyi gitmeye başlamıştı.
Tristian'ın bakışları, düşündükçe sertleşti. Büyükbabaları öldüğünde gözyaşı bile dökmemişlerdi çünkü ne kendisi ne de Angel yaşlı adama katlanabiliyordu. John Hart korkutucu şekilde sürekli onları izliyor ve kimsenin duymadığını düşündüğü zamanlarda nefret dolu sözler söylüyordu. Büyüdükçe, o ve kız kardeşi büyükbabalarından her şartta kaçmayı bir oyun haline getirmişlerdi.
John Hart her zaman ona alçakça davranmıştı. Ona diğer torunlarından farklı davranmıştı. Tristan, inatla anıları kilitledi, yaşlı adamı düşünmenin beynini yormasına değmeyeceğine karar verdi.
Bakışları kız kardeşinden erkek arkadaşı Ashton Fox'a kaydı. İlk defa bir erkek arkadaşı olduğunu görüyordu. Tristian, koleje hazırlık aşamasındaki ifadesini koruyordu. Topladığı tüm bilgilere göre Ashton’da bir sorun görünmüyordu ve bundan nefret etmişti çünkü Angel’ın Mabet’e geri dönmesini istiyordu. Eğer Kaliforniya’daki hayatından memnunsa bu olmayacaktı.
Ashton Fox yirmi yaşındaydı ama bu hafta yirmi birine girecekti. Belki ona bir doğum günü partisi düzenlemeli ve sarhoş olmasını sağlayarak Angel’ın her tarafına kusturmalıydı, belki de bu aralarındaki bağı kopartıp Angel’ın eve dönmesi için yeterli olurdu. İşe yaramazsa Hunter veya Ray’den birinin yapılabilecek bir şeyler bulacağından emindi.
Tristian Ashton’dan hoşlanmamak için daha fazla sebep aramaya devam etti. Hatta avukat olan amcası Robert’tan onun geçmişini araştırması bile istemişti. Robert Hart Ashton’ın onlar kadar olmasa bile parası olduğunu doğrulamıştı. Yine de Tristian bunun kız kardeşiyle zenginliği için çıkmasına yeteceğine inanıyordu.
Bununla birlikte Ashton Fox’a ait bir sabıka kaydına ulaşmıştı ama çok sıkı korunuyordu. Robert bunun muhtemelen gençlik zamanlarında içkili araba kullanmak ya da buna benzer bir şey olabileceğini söylemişti. Arkadan bağlı platin sarısı saçları, yanık teni ve buz mavisi gözleri ile yürüyen bir Calvin Klein reklamı gibi görünse de doktor olmak için okuyordu.
Tristian, Angel ve Ashton’ın yaşları biraz daha yakın olsa, Angel’ın saçlarının daha uzun olması hariç ikiz olabilecek kadar benzediklerini düşünerek kaşlarını çattı. Şimdi bile ikisi birbirine gülümsüyordu ve bu gerçekten onun sinirlerini daha çok geriyordu. Tristian koltuğuna gömüldü ve pencereden dışarı bakmaya karar verdi.
Sessizce hangi manzaranın daha kötü olduğunu merak ediyordu.

*****

Isabel Hart, özel helikopterin sesini duyunca çay fincanını indirdi. Aceleyle pencereye giderek eve gelişlerini izlemek istedi ama bu hafta oynaması gereken rolü olduğunu hatırlayarak durakladı. Zayıf büyükannenin aileye onunla birlikte ihtiyacı vardı.
Kısa süre önce küçük bir kalp krizi geçirmişti ve bu Malcolm ve Angel'ı eve dönmeye ikna etmek için yeterli olmuştu, Dört Temmuz tatili olsa bile. Neredeyse bu korkutucu bir deneyime değmişti. Hatta tesisi dışarıdan gelenlere kapatmış ve çalışanlara hafta sonu için izin verme konusunda Tristian ile anlaşmıştı böylece ailesi için burası ev gibi görünecekti.
Bir yolunu bulsa özlediği çocuğu ve torunlarını geri döndürürdü, bunu yapmaları için ölüyormuş gibi davranmaya bile hazırdı.
Çocukları her zaman burada aileleriyle birlikte yaşamıştı. Bu, Malcom’un boşanmasının yıktığı bir gelenekti. Büyük oğlu Robert lise aşkı Dianne ile evlendikten sonra avukat olmuştu. Şu an yirmi yaşında olan ikiz çocuk Devin ve Damien, tesisin zemin katında büyük bir alanı kaplayan spor salonunda eğitmen olarak çalışıyorlardı.
Gözlerini Robert'tan ayırmamak zorundaydı çünkü babası gibi açgözlü ve hesapçıydı. Son isteğinin ne olduğundan emin olmasa bile, öldüğünde Mirasını ve Son İsteğini tartışmaya açacağını biliyordu.
Robert, son isteğin ona maddi anlamda bir iyilik getirmeyeceğini biliyordu. Robert’in muhasebe kayıtlarını değiştirdiğini ve paraları kendi hesaplarından birine aktardığını yakaladığında onun evrak işleriyle ilgilenmesini engellemişti. Robert son birkaç yıldır onu oldukça hayal kırıklığına uğratmıştı.
İkinci büyük çocuğu ve tek kızı Carley ile üç çocuğu da burada yaşıyordu. Fakat Carley Robert’a hiç benzemiyordu.
Küçük ailesi, onlar için hazırladığı vakıf fonları ile zar zor geçindiklerini zanneden şımarık veletlerle doluydu. Tiffany on yedi, Paris yirmi bir ve Jason yirmi yaşındaydı. Anneleri alkolikten başka bir şey olmadığı için çocukların tembel tavırlarını ayıplamıyordu. Dördü bir olup yıllar önce Carley’in zavallı kocasını kaçırmışlardı.
Kocası John öleli üç yıl olmuştu ve sadece bir yıl sonra Malcolm ve Angel’ı kaybetmişti. John baskıcı ve zorba bir adamdı ve doğrusu onu hiç özlemiyordu. Ancak ailedeki herkes kendi hayatlarıyla meşgulken, Isabel'i yaşlılığında yalnız bırakmıştı.
Onunla gerçekten ilgilenen Tristian ile iki yerli genç çocuktu ve Tristian ile kız kardeşi bu iki çocuğa, Hunter ve Ray Rawlins, çok düşkündü.
Ailenin geri kalanının ne yaptığı umurunda bile değildi, onun için önemli olan Angel ve Tristian’dı. Kardeşlerden birinin başka kandan olması canını sıkmıyordu, önemli olan kalpleriydi. Tristian evlat edinildiğinde, diğer aile fertlerini, ona evlatlık olduğunu söylemeleri halinde hiç düşünmeden Mabet’ten atılacakları konusunda uyarmıştı. Tehdit şu ana kadar dışarıda tutulmuştu.
Tristian ve Angel’ın bunu bilmelerine imkân yoktu fakat bir gün Mabet onlara ait olacaktı.
Isabel kafasını kaldırdığında, çiçek bahçesinde dimdik duran Lily Hart’ı görünce içinden güldü. Oğlu Malcolm şehirden ayrıldığında Lily’nin burada yaşamaya devam etmesine izin vermişti. Kadının kalmasına razı olmasının tek sebebi, Angel'ı mümkün olduğunca geri getirmek ve Tristian'ı burada yaşamaya devam ettirmekti.
Isabel’in endişesi Lily’nin mutsuz olmasıydı. Malcolm onu sevmişti ama o Malcolm’u uzak tutacak şekilde hep soğuk ve çekilmez davranmıştı ve sebebini de hiç anlatmamıştı. Isabel, Lily’nin bir gün Mabet’e sahip olma umuduyla burada kalacak kadar aptal olduğunu anlamıştı.
Malcolm evlenmeden önce daima playboy olmuştu, daha büyük oyunlara geçmeden önce otelde çalışan yerli personelin yarısı ile yatıyordu.
Malcolm evlendikten sonra çapkınlık işlerini bırakmıştı ve boşanma sebeplerinin bu olmadığını biliyordu. Malcolm kızları her zaman sevmişti ama Isabel, güzelliğinden dolayı en çok Lily’yi sevdiğini biliyordu ve Lily hala çok güzeldi. Soğuk ve güzel… Çocuklar çok küçükken bile anne olamayacak kadar duygusuzdu.
Isabel, Lily'nin yüzündeki acı bakışı gördüğünde Malcolm'un burada olduğunu anladı. Helikopter pilotuna, herhangi biri için hafta sonundan önce dönmeye cesaret ederse kovulacağını belirsiz bir şekilde söylemişti. Ayrıca, evdeki tüm araçları bir şekilde kullanılamaz hale getirmesi karşılığında para bile vermişti. Böylece kimse ayrılamayacaktı.
Bir kereliğine, hoşlansalar da hoşlanmasalar da tüm aile burada birlikte kalacaktı.

*****

Ray Rawlins, garajdaki son otomobilin kaputunu kapatırken uzaktaki helikopterin sesini duydu. Büyük bir memnuniyetle, etraftaki artık işe yaramayan pahalı arabalara baktı. Isabel Hunter, istediğinde ölmüş kocası kadar acımasız olabilirdi.
Helikopter yavaşça piste inerken, tuğla binanın dışına çıkarak gözlerinin önündeki saçlarını savurdu. Düşünceleri Hunter’a döndü. Angel’ın Kaliforniyalı erkek arkadaşını getirdiğini öğrendiklerinde, kardeşinin onları tutup tutamayacağını merak etti.
Ashton Fox'un düşmek üzere olduğu örümcek ağı hakkında bir fikri yoktu.
Ona göre, bu dağın üstünde doğan insanların çoğu, o dağdan düşmeyi hak ediyordu. Angel ve Tristian istisnaydı. Onlar büyürken, o ve Hunter kanatları altına almış ve tam içine doğdukları kötülüklerden mümkün olduğu kadar korumuşlardı. Tatlı büyükanneleri bile yoluna çıktıklarında güvenilmez olabiliyordu.
Çocukluğunu hatırlayarak duvarın tuğlalarına yaslandı. O ve Hunter kardeşlerden sadece birkaç yaş büyüktüler ama dördü hiç ayrılmazdı. Tristian ve Angel her ne kadar eğlenceli ve oyun olduğunu düşünse de, yerlilerin hayatta kalma tekniklerini öğreten Hunter ile birlikte, hemen hemen her gün dağdaki ormana gidiyorlardı.
Angel, yedek erkek arkadaşıyla helikopterden dışarı koştururken geçmiş hatıralarının görüntüsü eridi. Helikopterden gelen rüzgâr görünmeyen bir fırtına gibi saçlarını dağıtınca kafasını salladı.
Mabet olarak bilinen büyük binaya baktı. Ailesi olduğu iddia edilen içerideki insanların yeni bir oyuna hazırlandıklarını biliyordu, küçük bir kızın tek başına oynayamayacağı kadar tehlikeli bir oyun.
Ray, Hunter'ın ona hediye ettiği küçük şişeyi çıkarttı ve zihnini boşaltmaya çalışarak bir yudum içti. Angel’ı kötülüklerden korumak için tüm konsantrasyonuna ihtiyacı olacaktı.

*****

Tristian pilota eğilip dikkatini çekmeden önce herkesin helikopteri terk etmesini bekledi. “Isabel Hart’ın söylediklerini unutma.” Yeşil gözleri uyarıyla küçülürken yüzündeki gülümseme de kaybolmuştu. “Git tatilini yap ve bizim için endişelenme. Sana bu hafta ihtiyacımız olmayacak, anladın mı?”
Tristan ona katıldığında Angel mutlu bir şekilde gülümsedi ve hepsi pervanelerin rüzgârından kaçtı. Canavar makinenin yüksek sesle uçup gittiğini gördüğünde çok daha iyi hissetti.
“Kasırgadan iyi kurtulduk.” Angel alaycı bir selam verdi. Kimsenin dalga geçmeyeceğini bilse ellerini yere koyar ve güvenle getirdiği için ona teşekkür ederdi.
Ashton ipeksi sarışın saçlarını parmaklarıyla taradı, saçlarını hissetmekten hoşlandı. “Oh, güzel saçların dağıldığı için çıldırmış olmalısın,” parmaklarının hiçbir yere takılmadan nasıl taradığını merak ederek sırıttı. O, şimdiye kadar bulduğu mükemmelliğe en yakın şeydi ve evini ziyarete gideceğini söylediğinde, onun görüş alanından çıkmasını istemeyecek kadar akıllıydı.
Angel’ın babası ve Felicia'nın girdiğini fark ederek, tepedeki binaya doğru ilerledikçe, Ashton kollarını Angel’ın omuzlarına koydu.
“Kırmızı başlıklı kız, önce büyükanneni mi göreceğiz?” dedi, konağın büyüklüğü karşısında boğulmamaya çalışarak. Babasının övünerek anlattıklarını dinlemişti ama şimdi içindeydi ve az bile anlattığını fark etti.
Tristian, kesmeden önce Angel'a göz kırptı. “Bence Ashton'a odasını göstermenin ve yerleşmesine izin vermenin zamanı geldi, değil mi? Kötü kurta meydan okumanın gereği yok. Büyükanne zaten kalp krizi geçirdi. Sanırım geldiğin dakika onu erkek arkadaşınla tanıştırmak onu zorlayabilir.”
Kalp krizinden bahsedince Angel’ın gülümsemesi titredi. Tristian arayıp bundan bahsettiği saniye eve uçacaktı ama babası Dört Temmuz haftasını orada geçirmelerine ikna etmişti ve o da beklemişti. Tristian telefonda, büyükannesini son anda bulan ve muhtemelen hayatını kurtaran kişinin Hunter olduğunu söylemişti.
Hunter Rawlins’i hafızasında resmettiğinde kalbi bir saniyeliğine küt küt attı. Onu daima en iyi arkadaşı olarak görmüştü fakat Los Angeles’a taşındığında Angel yavaş yavaş en iyi arkadaştan fazlası olduklarını anlamaya başlamıştı, çok daha fazlası. Hunter’ı kendi kardeşi kadar çok özlemişti.
“Haydi,” Tristian, ona yumuşakça sarılırken neredeyse homurdandı. “Öyle demek istemedim.” Geri çekildi ve yanaklarından tutarak ona baktı. “Bu hafta sadece güleceğine söz verdin,” hatırlatıcı bir bakış attı.
“Biliyorum,” Angel yüzüne bir gülümseme kondurdu ama aynı gülümseme değildi. “Büyükannenin iyi olduğunu kendim gördüğümce iyi olacağım. Sen Ash’i al ve eğlenin. İkinize daha sonra katılırım.”
Büyükannesini bulacağı köşeden dönmeden önce ayakuçlarında yükseldi ve Ashton’ı yanağından öptü.
Ashton dokundukları anda ayrılmalarından hoşlanmayarak Angel’ın gidişini izledi. Los Angeles’ta kalırken babası Angel’ın her ihtiyacını karşılıyordu ve onu sadece kendine ait yapmıştı. Başkalarıyla paylaşmazdı.

*****

Hunter yaslanmış olduğu kapı çerçevesinden kendini itti. Angel’ın erkek arkadaşına verdiği o masum öpücüğü görmek bile ağzının tadını bozmuştu ve bir şeylere vurma isteği oluşmuştu, tercihen de Ashton Fox’a. Angel’ı diğerlerinden uzaklaşırken gördüğünde takip etmemek için kendini kontrol etti.
Tristian’ın dikkatini çektiği için adımlarını hızlandırdı.
O ve Tristian hatırladığından beri en iyi arkadaşlardı, fakat son birkaç yılda, her ikisi de birbirlerinin karanlık taraflarını görmüştü ve tüm bunlar Angel’ın onları terk etmesi yüzündendi. Tristian, aralarındaki mesafeyi kapatırken özelliklerini inceledi.
Hunter, dudaklarına gülümseme yayarak onlara doğru yöneldi. “Helikopterden kurtulduğunuz için mutluyum,” Hunter, Tristian’ın omuzuna elini koyup tokalaştıktan sonra diğer adama başını eğerek selam verdi.
“Evet, bir gün bir bazuka alıp o şeyi havada patlatacağım,” Hunter gülerken Tristian omuzlarını silkti. Konuyu değiştirerek ekledi “En azından bu hafta beklediğimiz herkes burada. Son misafirler bir saat önce ayrıldı yani sadece aile ve arkadaşlar var. Burayı bu kadar boş görebileceğimi düşünmezdim ama aslında gayet iyi görünüyor.”
Hunter’ın tepkilerini yakından takip ederken, onları tanıştırmak için Tristian geri adım attı. “Hunter Rawlins, Ashton Fox’la tanış.”
Ashton elini uzattı ve Hunter’ın elini sıkıca tutarak tokalaştı. Hunter’ın da elini iyice sıkmasını bekledi ama yapmadığını görünce şaşırdı. Yerli, yüzündeki gülümsemeye uygun olarak arkadaşça tokalaşmayı sürdürdü.
Angel’dan çok fazla dinlediği Apaçi çocukla karşılaştığı için endişelenmişti. Onu Hunter ve Ray hakkında konuşurken dinlerken, insan onların su üzerinde yürüyebildiğini ve filmlerde Kızılderililerin yaptıklarını yapabileceklerini düşünürdü.
“Mabet’e hoş geldiniz,” Hunter tüm misafirlere söylemiş olduğu şeyi tekrarladı. “Bu hafta eğlenmeye hazır mısınız? Cümleleri kendisine iki tarafı keskin kılıç gibi gelmişti ama diğer adam bunu anlamışa benzemiyordu.
“Neden olmasın?” Ashton gülümsedi, testosteron musluğunu açmak zorunda kalmadığı için mutluydu. “Ama önce, sanırım on saat boyunca havada kaldıktan sonra bir duş ve bir gevşeme fırsatı bulabilirim.”
“Daha fazla konuşma,” dedi Tristian, onu ana girişe doğru götürürken. “Hunter, onu bu hafta için hangi odaya yerleştirdin?”
“Anahtarları alayım,” dedi Hunter, onları geçerek lobiye ilerledi ve isimleri kontrol ediyormuş gibi yaparak kayıt defterini açtı.
Ashton’ı nereye yerleştirdiğini kesinlikle biliyordu. Kolay erişmesi için Ray’in kaldığı odanın tam yanına, erkek arkadaşın hiç te istemeyeceği türden bir kolay erişime. Ashton Fox birinci kat koridorunun tam köşesindeki iki odadan birini almıştı, içerideki dev yüzme havuzunun diğer tarafında ve diğer tüm odalardan uzaktaki odayı.
Hunter, uzanarak doğru anahtarı aldı ve Tristian’a verdi. Ashton’a bakarak iyi bir şey yapıyormuş gibi davrandı. “Şanslısın, havuz ve spor salonu odanın hemen yanında.”
Tristian, anahtarın üzerindeki numarayı fark etti ve yüzündeki ifadeyi saklayarak Ashton’a arkasını döndü. Hunter’ın, Ashton’ı Angel’ın yanına yerleştirmemesine sevinmişti ama ikisi de aynı kattaydı ama buna şikâyet etmeyecekti. Düşündüklerini yapabilirse, Ashton zaten tüm hafta kalamayacaktı.
“Havuz partisi için her şey hazır mı?” diye sordu Tristian, Angel’ın yüzmeyi sevdiğini bilerek. Umutsuzca, Angel’a gittiğinden beri kaçırdığı şeyleri hatırlatmak istiyordu.
Hunter kafasını salladı, “Evet, Carley’in çocukları birkaç arkadaşlarıyla gece boyunca oradaydılar ve Tiki Barı self servis için zaten açmışlardı.” Tristian’ın bildiği bakışı attığını görerek ekledi, “Jason onlara, aralarında uyumamak için, onun ve kız kardeşinin hemen yanındaki odayı verdi.”
“Yeterince doğru,” Tristian, onları ayrı odalara vermenin sadece görüntü olduğunu bilerek sırıttı. Para kazanmak için hiçbir şey yapmayan gerçek birer beleşçi olmalarına rağmen, kuzenlerinin otelin sahibiymiş gibi davranmalarından nefret ediyordu. Her ay her hafta bazen de her gün yeni kız veya erkek arkadaş buldukları biliniyordu. Gerçekten iyi oldukları tek şey seksti, genellikle bundan başka arkadaşlıkları çok uzun sürmüyordu.
“Dışarıda görüşürüz,” diye seslendi.
Tristian Ashton’la birlikte gittiğinde, Hunter Mabet’in en iyi odasının anahtarına uzandı, dördüncü kattaki gelin odalarından bir tanesi. Bu hafta orada kimse kalacakmış gibi görünmüyordu ve muhtemelen Angel orada kalmaya başlayacaktı.
“Gelin odasında kim kalıyor?”
Hunter, Ray’in tezgâhın arkasında olduğunu görerek arkaya dolandı, kolunun altında havai fişekler vardı. Bir ay önce anneleri öldüğünden beri o ve Ray’in araları bozuktu. Her ikisi de çok ince bir çizgi olduğunu bilse de ateşkes ilan etmişlerdi. Kardeşini seviyordu ama son zamanlarda Ray, onu dikkatli olmaya zorlayacak kadar garip davranıyordu.
"Havai fişekleri bu gece yapmaya karar verdin mi?" Hunter, anahtarı cebine koyarken hızla konuyu değiştirdi.
Ray'in karanlık gözleri koruyucu hareketi izledi, ancak şimdilik gitmesine izin verdi. "Evet, haftayı bir patlama ile başlatmak istiyoruz, değil mi?"
"Kesinlikle. Sen havuz partisine geliyorsun değil mi? " diye sordu Hunter, Ray'in ona göz kulak olmasını istemiyordu.
“Evet, buralarda olacağım,” Ray masanın üzerindeki kâse parçalarının bir kısmını alıp havai fişek kutusuna atmadan önce düz bir bakışla yanıt verdi.
Hunter, Ray görüş alanının dışına çıkıncaya kadar kaldı ve ardından anahtarı almak için yavaşça cebine uzandı. Arkasını dönerek, olması gereken yere asmak yerine masanın çekmecelerinden birine koydu. Anahtar askısına dönerek düşünüyormuş gibi parmaklarını salladı, sonra kendi odasının yanındaki odanın anahtarını aldı.
Angel'a yakından bakabilirse daha güvende hissedecekti, özellikle geceleri.

Bölüm 2 “Sırlar”

Angel büyükannesine bakarak cam kapıların önünde durdu. Isabel Hart’ın, günün bu saatinde bahçelere bakan büyük güneşlenme odasında olacağını düşünüyordu. Büyükannesinin tekerlekli sandalyenin düğmelerine dokunarak bahçeye açılan teras kapısına doğru yaklaştığını görünce göğsü sıkıştı.
Onlara veda ederken büyükannesini son gördüğünde, yanaklarındaki gözyaşlarını silerken uzun boylu ve gururlu duruyordu. Elini büyük cam kapılara dayayan Angel, derin bir nefes aldı ve onları açtı.
“Büyükanne!” Angel gülümsedi ve ona doğru koştu. Büyükannesinin gözleri zevkle genişlediğinde gülümsemesi daha da aydınlandı. Angel eğilerek ona yürekten sarıldı. “Aman tanrım, seni çok özledim!”
Isabel gerçek sarılmanın keyfini çıkararak gözlerini kapattı. Bu Angel ve Tristian’da en çok sevdiği şeydi, ailenin geri kalanı gibi sahte değillerdi. Birini sevdiklerinde tüm kalpleriyle severlerdi.
“İşte benim meleğim,” Isabel güçsüzce sırtına vurdu. Angel’ın yanında olmasından dolayı gücünün biraz geri döndüğünü hissetti. Bu kız her zaman ruhunu ayağa kaldırmanın ve sevildiğini hissettirmenin bir yolunu buluyordu. Fakat bu onun hasta rolünü oynamasına engel olmazdı. “Beni son bir kez görmek için geri döndüğüne sevindim,” sesinin üzgün ve düşünceli çıkmasını sağladı.
“Ne?” Angel nefes aldı ve büyükannesini görebilmek için geri çekildi. “Büyükanne? Sen neden bahsediyorsun?” Söylediklerini duymak kalbini parçaladı ve gözyaşları döküldü.
“Oh, benim hakkımda konuşmayı bırakalım güzel yürekli. Son birkaç yıldır kaçırdığım her şeyi anlat bana, dedikodulardan duyduğum bu sözde erkek arkadaşın kim?" Isabel hafifçe kaşlarını çattı. “Bebek torunumun uzaktaki bir yerde büyümeye çalıştığına inanamıyorum, bunun olmasını izleyemiyorum bile.”

*****

Tristian, cep telefonu cebinde titrediği için kapıyı arkasından kapatarak Ashton'un odasından çıktı. Ray olduğunu gördü ve hemen cevapladı. “Hey Ray, neler oluyor?”
“Limuzin yola çıktı ve kız arkadaşın dağa doğru geliyor. Trafiğin sonu gibi görünüyor. Hala kapıyı kilitlememi istiyor musun?” Ray, Isabel Hart'ın talimatı olduğunu bilerek sordu.
“Evet, büyükannem davetsiz misafirlerin gelmesini istememekte kararlı.” Tristian onayladı. “sıkıca kilitle ve eğlenmek için buraya dön. Birinin yardıma ihtiyacı olursa, birilerinin dağda onlara eşlik etmesi gerekecek.”
“Plan gibi duruyor,” Ray mırıldandı.
Telefonunu kapattı ve ağır demir çiti kilitledi. Üç kalın asma kilidini bir araya getirirken, yüksek çivili çitlere baktı. Baktığı yerin köşesinde cep telefonu istasyonunu görünce o yöne doğru ilerledi. Doksan kilometre içindeki tek cep telefonu istasyonuydu ve içinde artık kullanılamayacağına dair bir his vardı.

*****

Angel, büyükannesinin tekerlekli sandalyede ne kadar kırılgan olduğunu görmenin şokunu sindirebilmek için bir an yalnız kalabilmek için terasın kapısından adım attı. Ne zaman sağlığını gündeme getirse, Isabel her seferinde konuyu kendi sorularıyla durdurmuştu.
Kısa bir ziyaretten sonra, büyükannesi yorulduğunu ve günün geri kalanında uzanmak zorunda kaldığını söyledi, ancak Angel, sabah tekrar gelip onu görmeye söz verdi. Büyükannesinin bu kadar erken yatmasından endişelendi ve gerçekten ne kadar hasta olduğunu merak etti. California’ya gitmek için Mabet’ten ayrıldığında büyükannesinin sağlığı gayet iyiydi. Büyükbabasının ölümünden sonra bile daha gençleşmiş gibiydi.
Her zaman canavar olarak düşündüğü yaşlı adam aklına gelince Angel'ın dudakları inceldi. Hayatı boyunca kimseden nefret etmemişti, merdivenlerden düşmeden birkaç saat önce büyükbabası Hunter ve onu gölette yüzdükten sonra dönerken yakalamıştı.
Büyükbabası, rezervasyonda çalışan Kızılderili ayaktakımı ile oynamak için fazla büyük olduğunu söyleyerek bağırmıştı. Hunter’a dağından defolup gitmesini söyleyerek kapıyı çarpmıştı. Hunter’ın böyle ayrılışını görmek kalbini kırmıştı. Hunter’ın adına onunla konuşmaya çalıştığında büyükbabası dönüp öyle sert vurmuştu ki Angel yere düşmüştü.
Angel acı içinde ağlamıştı ama büyükbabasının haklı olduğunu bildiği için bir şey söylememişti. Aslında Angel ve Hunter’ın yapmamaları gereken şeyler yaptıklarını bile bilmiyordu… Öpüşmek, dokunmak ve denemek gibi. Eğer bunları bilmiş olsaydı ona birden fazla kez vurabilirdi.
“Bakın, size bir melek heykeli olmadığını söylemiştim. Bu gerçekten Angel,” arkasından birisi güldü ve onun melankoliden çıkardı. Robert Amca'nın ikiz oğulları Devin ve Damien'i görerek gülümsedi.
“Aman tanrım, çocuklar siz büyümüşsünüz!” Ona sırayla sarılıp etrafında daireler çizerlerken Angel gülümsedi. Tristian'la aynı yaştaydılar, ancak son iki yıldır bir şekilde ondan daha fazla büyümüşlerdi. En az iki metre boyunda fedailere benziyorlardı. İkisinde de dar, siyah ve önleri “Mabet” logolu tişört vardı.
Omuzlarına ellerini koyarak gri gözlerindeki gururlu parlaklığı izledi. “Sanırım bu bana siz ikinizin ne yaptığını açıklar,” diye kıkırdadı. “Beladan uzak mı durdunuz? Yoksa içinde miydiniz?”
“Kim? Biz mi?” Devin onun kalçalarını okşarken gülümsedi.
“Bizi bundan daha iyi tanıyor olmalısın,” Damien kolunu Melek'in beline doğru kaydırdığında gözlerini kardeşine doğru devirdi ve onu Devin'in elinden çekti. Bu, ikizlerin yıllarca oynadığı bir oyundu. Güzel bir kızın yakınında her zaman birbirlerini geçmeye çalışırlardı.
“Yaptıkları için şanslısınız beyler,” Hunter ikizlere dik dik baktı, Melek sesine dönerken gülümsedi.
Angel'ın dudakları aralandı, neredeyse iki yıldır ilk kez Hunter'ı görüyordu. Aniden, tüm anılar aklından canlandı, dizleri zayıfladı ve nabzı hızlandı. E-postalar ve telefon görüşmeleri onu şahsen görme şansını vermemişti.
Saçları hatırladığından daha uzundu ve sırtının yarısına kadar kararak iniyordu. O, sadece Kızılderili’yle beyaz kızın sıcak bir şekilde kucaklaşmasının resmedildiği tarihi bir romantik romanın önündeki adamlardan birine benziyordu.
Hafızasındaki görüntüyü parlatarak kuzenlerinden ayrıldı ve ona doğru adım attı. “daha uzunsun,” ona bakarken içini çekti. Onun hakkında kardeşinden çok daha fazla şey bilen tek kişi Hunter'dı.
“Hayır, sen daha kısasın” Hunter, kollarında sarmalayıp havaya kaldırmadan hemen önce onunla dalga geçti. “Bunu yapmadığım sürece.” Ona her zaman tüy kadar hafif gelmişti. Sıkı kucaklaşmalı çocukça oyun bittiğinde homurdandı. Geri gelmesini beklediği tüm sebepleri hatırlayarak Angel’ın kokusunu içine çekti.
Hunter, izlendiklerini fark ederek onu ayaklarının üzerine bıraktı ve ikizlere doğru baktı. “Havuz partisi başlıyor ve dışarıda sizi soran biri var.”
“Stacey!” ikizler birbirine beşlik çaktı. “İkinizle sonra görüşürüz.” Kıza hangisinin önce ulaşacağı bir yarışmış gibi koştular.
“Sonunda paylaşmayı öğrendiler?” Angel, ikizlerin gidişini izlerken ifadesizce sordu ve sonra kendi şakasına hafifçe kıkırdadı.
“Sanırım yarışmayı seviyorlar,” dedi Hunter. “Bu Stacey her ortaya çıktığında onun için savaşıyorlar ama şu ana kadar ikisi de kazanamadı.”
Angel hafifçe gülümseyerek ona doğru döndü ve onu kaldırırken yüzüne düşen siyah saçlarını fark etti. Elini uzatarak saçlarını şefkatle kenara itti ve kulağının arkasına soktu. “Sonunda nefes alabilecekmiş gibi hissediyorum.”
“Seni ne durduruyordu?” Hunter’ın sesi de onun ki kadar yumuşaktı. Angel’ın ne dediğini biliyordu çünkü bunu o da hissediyordu. Bunu gözlerini yakacak kadar hissetmişti.
Hunter’ın gözleri Angel’ın çatlamış dudaklarına doğru indi ve ona doğru yaklaştığını hissetti. Ayrılmadan önce yaptıkları gibi onu öpmek istedi. Angel’a öpüşmeyi öğreten kişi olmasına rağmen bunu onun kadar ciddiye almadığını biliyordu. Angel’a göre çocukça bir deneyim ona göreyse bağlayan bir ilişkiydi.
“Kimse en iyi arkadaşından ayrılmamalı, çünkü bu çok acıtıyor.” Angel iç geçirdi ve tekrar sarıldı.
Hunter ‘en iyi arkadaş’ kelimeleriyle dondu. Angel’ın iyi bir şey gibi söylediği bu söz her zaman onun midesine yumruk gibi oturmuştu. Hunter, kollarıyla onu sararak başının üstünü öpmek için eğildi, sesini kontrol etmeye çalışıyordu. “Biliyorum.”
Ona bütün sırlarını anlattığından beri bu terimi kullanmıştı, hatta Tristian hakkındaki sırları bile. Bir keresinde abisine aşık olduğunu söylemişti. Hunter ondan sonra onu dağa götürmeye ve abisinin hissettiremeyeceği şeyleri göstermeye başlamıştı.
Bu, Tristian ile aralarındaki dönüm noktasıydı çünkü Angel’ın gizli duygularının tek taraflı olmadığını biliyordu. Umutsuzluğuna rağmen, Angel’ı ikisine de aşık olduğuna ikna etmeye çalıştı.
Kendini geri çekerek kolunu Angel’ın omzuna koydu ve onu bahçenin dışına götürmeye başladı. “Bahse girerim o korkunç uçuştan kaçma şansınız olmadı,” Tristian kadar helikopterden nefret ettiğini bilerek gülümsedi.
“Biliyorsun, bunu yapmamak için büyükannenle konuşabilirdin,” dedi ona toslarken. “Eskiden onunla her şeyi konuşabiliyordunuz.”
“Yapmazsın,” Hunter sırıttı. “Helikopter yolculuğu için beni suçlamayın. “Ayrıca, büyükannenin son zamanlarda daha gezmesine izin verdim.” Çimlerin arasından dışarı yürüdüler. Ashton'un odasını tam olarak gördüklerini biliyordu, bu yüzden inadına yavaşlamıştı. Kimse onu aziz olmakla suçlamamıştı.
“Sen benim kahramanımsın, biliyor musun?” Angel onu durdurmak için çekti böylece ona baktı. “Eğer sen büyükannem kalp krizi geçirirken onu bulmasaydın…” her sesi fısıltıya dönüştü, “onun hayatını kurtardın.”
Ashton, tuvaletten çıkarken havluyu belinin etrafına sardı. İstediği şey buydu, haftaya başlamak için uzun ve sıcak bir duş. Belki Angel'ın ailesi üzerinde çok iyi bir izlenim bırakabilir ve iddiasını sürdürebilirdi. Angel’da olduğu kadar bir kızı etkilemek için hiç bu kadar çabalamamıştı.
İkiyüzlü ve hain bir fahişe olan son kız arkadaşından iyi bir ders almıştı, Angel’dan değil. Hâlâ en basitten öpücük almak için eğlendirmek zorunda kaldığı, küçük, tatlı bir ev kızı ve bakire olduğunu söyleyebilirdi. Bu, onu rahatsız etmemişti bile. Eğer seks istese buna can atacak bir sürü fahişe vardı, bu yüzden Angel ile vakit geçirebilirdi.
Şifonyerin aynasından bakarak saçını kurutmaya başladı, aynadan bir şey görerek durdu. Pencereye döndü ve Angel ile Hunter’ın sanki sırlarını paylaşıyorlarmış gibi çok yakın durduklarını gördü.
Çenesindeki kaslarını zorlayarak dişlerini sıktı, kız arkadaşını ve en iyi arkadaşım dediği Kızılderili çocuğu izlerken. Her nasılsa Hunter’ın aynı şeyi hissettiğini düşünmüyordu, tanıdığı hiçbir adamın düşünmeyeceği gibi.
“Angel, büyükannen hiçbir sebep olmamasına rağmen her zaman bana ve Ray’e çok iyi davrandı. Ona olanlardan nefret ediyorum,” Hunter yalan olduğunu bilerek iç geçirdi. Eğer Isabel Hart kalp krizi geçirmemiş olsa, Angel şu anda burada olmayacaktı. Yaptığı şeyi bilerek içeri girdi.
Kabilesinden gelen Şaman, ona şifalı ya da zarar verici her şeyi otlarla, vücuda ne yaptıklarını öğretmişti. Bu bilgiyi almış ve Isabel'in hafif kalp krizine neden olması için doğru karışımı oluşturmuştu. Angel'ın geri geleceğini düşünebildiği tek şey bu olmuştu.
“Onu bulduğum için herhangi bir övgü hak etmiyorum,” Hunter vicdan azabı ile itiraf etti.
Angel hafifçe gülümsedi, çünkü Hunter'ın bedeninde kibirli bir kemik bile yoktu. Yaptıklarını ne derece takdir ettiğini bilmesi için, ayakuçlarında yükseldi ve dudaklarına yumuşak kısa bir öpücük kondurdu.
Onu geri çekerken gözleri bir araya geldi ve kaldı. Angel midesine ve kalçasına saplanan yıldırım çarpmalarını hissederek içini çekti. Bu duygusu içinde ilk defa hissedişi değildi fakat Hunter’a karşı ilk hissedişiydi. Artık bir erkek arkadaşı vardı, bu tabu Hunter’ı ezmişti.
Angel geri çekildiğinde yutkundu. “Büyükannemi kurtardığın için teşekkürler. Onu kaybetseydim ne yapardım bilmiyorum”
Hunter, Angel’ın ikisinin de hissettiklerini inkâr ettiğini anlayarak kaşlarını çattı. Belki inkâr etmeyerek fakat kesinlikle reddederek. Onun kaçmasına izin vermeye niyeti yoktu, aslında Angel’a onu kolayca unutamayacağını hatırlatmak niyetindeydi.
Uzandı, elini tutup ön kapıya doğru yürüdü. “Haydi, seni yerleştirelim”
Ashton pencereyi o kadar sıkı tuttu ki, ahşabın ses çıkardığını duydu. Angel daha önce kıskanmak için bir neden vermemişti, ama Hunter'a bakışını ve onu öpüşünü sevmemişti. Hem de hiç sevmemişti. Bu eve onun kendini başka erkeklere atışını izlemek için gelmemişti.
Angel, Hunter’ı öpüşünün sebep olduğu sarsıntıyla asansöre bindi. “Peki, ben nerede uyuyacağım?” bunun eskiden oynadıkları bir oyun olduğunu bilerek gülümsedi.
Tristian, Ray, Hunter ve kendisi kayıt defterini masadan çalacak, insanların odalarını değiştirecek ve karmaşaya neden olacaklardı. Oldukça eğlenceli olmasına rağmen başları hep belaya giriyordu şimdi ise kendilerine bağırılan birçok şeyin sorumlusu Hunter’dı.
Hunter omzunu silkti, “kardeşinin yanında olmak istersin diye düşündüm.” Uzandı ve dördüncü katın düğmesini bastı. BU yüzden seni eski odana yerleştirdim.”
“Hala büyük bir odamın olduğunu duyduğuma sevindim,” yukarıda olanların, aşağıda olanlardan çok daha büyük olduğunu bilerek gülümsedi. Artı, tamamen evde olduğunu hissetmek iyi olacaktı. “Teşekkürler.”
“Hep ikinizin biraz şımarık olduğunu düşünmüştüm,” Hunter alay etti. “Bu yüzden de taşınmaya karar verdim.” Anahtarı cebinden aldı. Geçen ay taşınırken onun odasının yanını almıştı. Çok uzakta olmasına rağmen ona daha yakın hissetmesini sağlamıştı.
“Ne zaman Mabet’e taşındın?” Angel sordu. O ve Ray her zaman gidip geldiler, böylece geceleri anneleri ile birlikte kalabildiler. Ray ehliyetini almadan önce bile. O ve Ray annelerini çok seviyorlardı ve her zaman bakım altına alındığından emin olmak istiyorlardı.
Kapılar açıldığında, kapının açık kalması için Hunter kapının kenarından tuttu. “Üzgünüm Angel, Tristian’a anlatmamasını söyledim. Bizim için endişelenmeni istemedim.” Angel’ın istese ona kızmak için her hakkı olacağını bilerek gözlerini kapattı.
“O zaman şimdi anlat.” Angel kötü bir şeyler hissetti. Hunter ondan hiç sır saklamamıştı ve Angel artık bunun bitip bitmediğini merak ediyordu. “Neyi bilmiyorum?”
“Annem geçen ay, ev kazayla yandığında öldü,” hala konuşmak istemeyerek yutkundu. “İtfaiye, yemek yaparken uyuyakaldığını söyledi.”
Angel'ın dudakları, gözleri yaşlarla dolarken aralandı. “Aman tanrım, Hunter. Çok üzgünüm. Keşke bana söyleseydin. Hemen geri dönerdim.”
“Beni böyle görmeni istemedim,” son yarım saatte üçüncü kez kollarıyla sarmalarken itiraf etti.
Durdurma düğmesine uzanıp dokunurken kapının kapanmasına izin verdi. Avuçlarını sırtına dayayan Hunter kendisini durduramazdı, saçlarının kokusunu içine çekmek içindeki acıyı yumuşatmıştı. Bu acının annesiyle hiçbir ilgisi yoktu.
Angel onu rahatlatmaktan başka bir şey yapmak istememişti, fakat bedenleri dokunduğunda kendini asansörün duvarına yaslanmış buldu ve Hunter’ın bacaklarından biri bacaklarının arasından itti ve ikisi de kendini alevler içinde buldu.
“Oh tanrım, Angel,” Hunter Angel’ın boynunun yumuşak teninde mırıldandı, bacağındaki pantolona rağmen Angel’ın orasındaki ateşi hissediyordu. Kalçalarını sıkıca avuçlayarak Angel’ın başını kaldırdı ve sinirli bir öpücük kondurdu. Hunter’ın elleri Angel’ın ellerini yakalamak için kollarının arkasında gezindi, biraz baskın olmanın Angel’ı hareketlendireceğini bilerek ellerini duvara bastırdı. Seks olarak sayılırsa uzun zamandır sevgililerdi.
İlk önce, Angel’da onu öptü, Hunter’ın sebep olduğu duygular arasında kaybolmuştu fakat Ashton’ın görüntüsü zihninde belirince öpüşmeyi keserek kafasını çevirdi. Hunter boynunda sıcak bir şekilde soluduğunda Angel hafifçe inledi. Ellerini ondan çekip göğsüne dayadı ve Hunter’ı itti.
“Hunter?” Angel, bakarsa ne göreceğinden korkarak, gözlerini yere dikti. “Üzgünüm. Ben…”
“Shhh,” parmağını çenesine hafifçe koydu ve kaldırdı böylece Angel ona baktı. Angel’ın neden durduğunu zaten biliyordu. Ashton Fox zaten kaybetmişti, ama Angel bunu henüz bilmiyordu. Angel’ın sadece basit bir öpücükle böyle nefes almasını dinlerken Hunter’ın gözleri çekici bir şekilde karardı.
“Üzülme, beni sevdiğin için asla üzülmemelisin. En azından anneme olanları anlatmadığım için beni affettiğini biliyorum.” Hunter kendini zorlayarak geri adım attı, asansör kapısının açılması için düğmeye bastı ve Angel’ın gitmesine izin verdi.
Angel, onunla yalnız kalma konusunda artık kendine güvenmiyordu, asansörden kaçtı, hazır olduğunda annesi hakkında konuşacağını biliyordu. Hunter’ın gittiğinden emin olduğunda adımlarını yavaşlattı.
Zavallı Hunter ve Ray. Annelerine karşı her zaman çok nazik olmuşlardı ve anneleri de onları çok fazla sevmişti. Angel çoğunlukla annesiyle böyle bir ilişkisi olmasını dilediğini hatırlıyordu. Fakat annesi ona yabancıydı ve hep öyle olmuştu.
Asansör kapısı Angel’ın arkasından kapandığında Hunter ellerini az önce Angel’ı tuttuğu yere dayadı ve sinirle itti. Ona kadar saymak işe yararsa. Gözlerini kapatarak yaptı ve nefesini normale döndürmek için zorladı. Doğrulup gözlerini açtığında yine kusursuz bir şekilde sakinleşmişti.
Cep telefonunu açarak, kız kardeşinin yerleştiğini söylemek için Tristian'ın numarasını çevirdi. Hunter cep telefonunda sinyal olmadığını görerek kaşlarını çattı.
Angel odasına girdi ve her şeyin taşınmadan önceki gibi bırakıldığını görerek gülümsedi. Gözlerini kapatırken kendini mutlu bir iç çekişle yatağa doğru attı. Bunu yapar yapmaz Hunter’la asansörde yaptıkları aklına geldi ve bu tüm vücudunu yaktı.
Angel o kadar uzun süre ayrı kalmıştı ki Hunter’ın onu bu kadar arzulayacağını anlamamıştı. Tristian birisiyle çıkmaya başlamıştı, Hunter neden yapmıyordu?
Ashton’la çıkmaya başladıktan sonra Angel Hunter ve Tristian’la ilgili hatıralarını engellemeye çabalamıştı. Ama şimdi geri dönmüştü ve şimdiden kalbinin tekrar parçalara ayrıldığını hissediyordu. Angel her ikisine de o kadar uzun süredir aşıktı ki ilk başta Ashton’la çıkmasının sebebi buydu, unutmak. Fakat şimdi asansörde Hunter ona dokunduğunda en kötü korkusu onaylanmıştı, Ashton’ı sevmiyordu ve Ashton asla Hunter gibi hissettirmiyordu.
Avuçlarını karnının altına koydu ve yavaşça aşağıya bacaklarının arasına doğru kaydırdı, böle yaptıkça vücudu yay gibi oldu. Hunter’ın hayaliyle gözlerini kapadı ve görüntüler Tristian’ın ateşli dokunuşlarıyla değişti.

Bölüm 3 “Kıskançlık”

Tristan yumuşak müziği bazı alternatif rock ile değiştirdiğinde neredeyse karanlıktı, Tiki-Bar'ın altına gizlediği şarap şişesini yakaladı. Üç bardak aldığında dudaklarının arasından bir gülümseme belirdi. Geçtiğimiz günlerde, büyük binanın altında bulunan gizli koridorlarda dedesinin gizli şarap mahzenini bulmuştu.
Diğer aile üyelerinin dar koridorlardan haberdar edilmemesi, Tristian'ın dedesi hakkında memnun kaldığı tek şeydi. Şimdi kendi küçük sırrı vardı ve bu ana kadar bunu sadece Angel biliyordu ve o da örümcek ağlarıyla kaplı mezarlıkları gezecek bir tip değildi.
Ashton'un yan girişten geldiğini görünce, ona seslenip elini salladı. “Aileyle tanışma zamanı.” Tristian, ikizlerin Stacey'i eğlendirdikleri döşemeli piknik masalarından birine götürdü.
“Tamam. Henüz içmeye başlamadım ama çift görüyorum,” Ashton buzları eritmesini umarak şaka yaptı.
Onları duyan Damien ve Devin, Tristian'ın masanın üzerine koyduğu bir şişe şarabı görüp bakışlarıyla onu izlemeye başladı.
“Hey, bu dedemin gizli mahzenindeki şişelerden biri. Uzun zaman önce, büyükbabamla babamı bunlardan birini içerken görmüştüm.” Devin şişeyi kaptı ve merakla mantara baktı. “Bunu hangi cehennemden buldun?”
Tristian daha cevap bile vermeden, Damien Ashton’a doğru başını salladı. “Tristian? Bunu kimin için getirdin? Başka bir adama kafamızda başka bir delik kadar ihtiyacımız var.” İkizlerin şaşkın bakışları arasında kollarını Stacey’e doladı.
“Ha ha,” Tristan bardakları indirdi. “Sizi Ashton Fox ile tanıştırmak istiyorum, Angel’ın erkek arkadaşı.” Parmağını kaldırdı ve onları Ashton'a tanıtırken işaret etti. “Ve bunlarda Devin ve Damien, kuzenlerimiz, zaman bulduğunda onlara işkence etmek için gelen Stacey ile birlikte.” Stacey'in inkâr etmeyeceğini bilerek göz kırptı.
Ashton tokalaştı ve ikizler parmaklarını kıracakmış gibi sıkarken bağırmamak için zor tuttu. Tekrar kan gitmesi için avucunu sıktı, gülümsedi ve “Angel sizden çok bahsetti beyler. İkizlerle sonunda tanıştığıma sevindim.” dedi.
“Yani Angel sana öpüşmekten en çok hoşlandığı kuzenlerinden bahsetti mi?” Damien ifadesizce sordu.
“Evet, ayrıca gayretlerinizden dolayı burunlarınızın kanadığından da bahsetti,” Ashton onun kadar ciddi konuştu, biraz sıkılmıştı. Testosteronu artırmak istiyorlarsa, istedikleri olacaktı.
Tristian güldü ve Ashton’ın sırtına vurdu, “Al onu oğlum.”
“Ciddi misin?” Stacey sordu, Devin’ın çalkaladığı şarap bardaklarından birini alarak Tristian’la birlikte güldü.
“Neredeyse hiç, söyleyebildiğim kadarıyla.” Damien bardağını tuttu ve yere indirdi. Angel’ın kendine yeni bir koruma tuttuğunu görmek üzücüydü. Kızılderili tugayı yeterli değil miydi?
Tristian, ikizleri görmezden gelerek, bakması için Ashton’ın omuzuna dokundu. “Robert Amca ve karısı Dianne şurada,” sıcak küvete tırmanmaya çalışan çifti işaret etti. “Bir nedenden dolayı ikizlerden sonra çocuk yapmayı bıraktılar.” Ashton’ın sırıttığını görünce gülmemek için kendini zorladı.
“Arkadaşın kim?” Tiffany diz çöktükten sonra dizini Devin'in yanına koyup sıkılmış ama meraklanmış gibi eğildi. Bebek mavisi bir bikini giyiyordu, bu bikini birkaç beden küçüktü ve belinin etrafına sarılmış ince bir sargı vardı.
Göğüslerine bakmak için dönünce Devin’ın kulağına bir tokat attı. “Hey, Kes şunu seni sapık.”
“Vazgeç Tiff, o alındı,” dedi Devin acayip bir ses tonuyla ve sonra gözlerini kırpıştırdı. “Sanırım sonunda bana kaldın.” Damien'in Stacey’i öpmeye çalıştığı fark edince hırladı. “Lanet olsun Damien, sana bir dakika arkamı dönemeyecek miyim?”
İkizler tartışmak için birbirlerine eğilmeye çalışırken, Stacey hala onların ortasındaydı. Her birinin omuzuna hafifçe ellerini koydu ve itti. “Kesin şunu beyler, yoksa yemin ederim eve döneceğim,” diye uyardı.
“Tiffany, Ashton’la tanış, Angel’ın misafiri,” Tristian’ın amacı onun statüsünü erkek arkadaşlıktan misafirliğe düşürmekti. Eğer Tiffany Ash’i tavlamak isterse kimse onu durduramazdı. “Tiffany buradaki, en küçük kuzenimiz ve buralarda bir yerde iki kardeş var.”
“Havuzda arkadaşlarıyla birlikteler,” Tiffany, Devin kadar somurtkan bir sesle bağırdı. Gözlerini devirdi, Devin'in elini tuttu ve onu sandalyesinden çekti. “Haydi, biraz ıslanalım.”
“Elbette, "Devin havuza doğru giderken Stacey’in poposunu tokatladı.
Ashton kaşlarını çattı ama yüksek sesle bir şey söylememek için dilini ısırdı. Üstelik aklından geçenleri söylese, aile muhtemelen onun üzerine çullanırdı.
Tristan, yüksek dalış merdivenine tırmanan koyu saçlı kızı işaret etti, “Bu Paris, Tiffany’nin büyük kız kardeşi. Ve arkasındaki merdivenden çıkan tuhaf adam muhtemelen haftanın yeni oyuncağı olacak, çünkü onu daha önce hiç görmedim.” Koltuğunu havuzun diğer ucuna doğru çevirdi. “Ve çocuk bölümündeki iki adamdan birisi Jason olabilir, erkek kardeşleri.”
“Burada şarabın içinde ne var?” şaka gibi anlaşılmasını umarak sordu Ashton.
“Benim neden içmediğimi sanıyorsun?” Ashton’dan gittikçe daha fazla hoşlanarak gülümsedi Tristian, hayat bazen çok boktan. “Anneleri yakında ortaya çıkar. Carley teyze.” Damien kulak misafiri olmazdı, Ashton'a yaklaştı ve fısıldadı, “Yani, o kadar sarhoş ki yürüyemez.”
“Bahse girerim bu o,” Ashton, Angel'a bakmak için bakındığından başını salladı. Orta yaşlı bayan kızlara benziyordu ama saçları kısaydı ve çok fazla makyajı vardı. Biraz yorgun görünüyordu, yoksa bir dakika, sendeledi mi?
“Evet, bu o. Bahse varım direk liköre gidiyor.” Carley Tiki-Bar'dan bir şişe crown royal alıp sandalyesine götürdüğünde Tristian kazanma sesine benzer bir zil sesi taklidi yaptı.
“Peki, bu kim?” Ashton girişteki Angel yaşlarındaki uzun kahverengi saçlı ve güzel ciltli kızı işaret ederek sordu.
“Bu da diğer kuzenimiz,” Tristian koltuğundan kalktı ve yarı yolda onu karşıladı. Bunun Ashton’ı çıldırtacağını bilerek kafasını eğdi ve Shae’yi uzun tutkulu bir şekilde öptü. Gösteri için yeterli olduğunu düşündükten sonra kızın dudaklarının arasından nefes aldı. “Bana kızma ama biraz önce Angel’ın erkek arkadaşına senin kuzenlerimizden birisi olduğunu söyledim. Henüz koltuğundan düşmedi mi?”
Shae kıkırdadı, "Hayır, ama yüzü hep böyle solgun mu?”
Tristian omuzunun üzerinden baktı ve Ashton’ın aniden diğer yöne bakıyormuş gibi yaptığını görünce kahkahaya boğuldu. “Tamam, onu kurtaralım.” Tristian elinden tutarak onu masaya doğru götürürken Damien ve Stacey’in havuzda Devin’e katıldıklarını gördü.
“Bu benim kuzenim Shae,” Shae onu dürterken beline sarıldı. “Yani kız arkadaşım Shae demek istedim,” suçlu bir şekilde gülümsedi.
Ashton ellerini göğsünün üzerinde birleştirdi ve başını eğerek onları inceledi. “Kız kardeşin nerede? Aniden birisinin arkasına saklama isteği duydum.”
“Erkek kardeşim sana zor zaman mı geçirdi?” Angel hemen arkasından seslendi. Shae’ye gülümsüyordu kuzen sözünü duymuştu.
“Tanrıya şükür,” Ashton başını eğip Melek uzandı ve dudaklarında hafif bir öpücük kondurdu. Aniden kıskançlaştı çünkü bu öpücük Hunter’a yaptığının yarısı kadar bile tutkulu değildi. “Birkaç saat daha yirmi bir yaşında olmayacağımı biliyorum ama kardeşin bana içki içirmeye çalışıyor.”
Onu yanına doğru çeken Ashton, arkasında Kızılderilinin olup olmadığını görmek için kısa bir bakış attı. Tiki Barın orada bir adamın onları izlediğini gördü, Hunter olduğunu zannederek kaşlarını çattı ama sonra olmadığını anladı. Bu adam Kızılderiliydi ama onunla ilgili bir şey daha önce tanıştıklarından daha tehlikeli olduğunu düşündürüyordu.
Ray kaçırmak yerine, Angel'ın erkek arkadaşına gözlerini kilitledi. Ona soğuk bir şekilde bakarak, doğruca onlara doğru yürümeye başlamıştı ve asla göz temasını bırakmıyordu. Angel’ın bakışlarını takip ettiğini anlayan Ray Ashton’ın ne düşüneceğini önemsemenden Angel’a bakarken ifadesini yumuşattı.

Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «ЛитРес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию (https://www.litres.ru/amy-blankenship/baglayan-iliskiler/) на ЛитРес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.